hoşgeldiniz
 
  ANASAYFA
  İletişim
  ÜYELİK
  MÜSLÜMANLIK
  HZ. MUHAMMEDİN HAYATI
  SURELER
  HZ.ZULKARNEYN'İN HAYATI
  HZ.EYÜBÜN HAYATI
  HZ.YAKUP'UN HAYATI
  HZ.NUH'UN HAYATI
  HZ:LUT'UN HAYATI
  ANKETLER
  HZ:ŞİT (A.S) 'NİN HAYATI
  HZ:ZÜLKİFL'NİN HAYATI
  İLAHİLER VE ŞİİRLER
  NAMAZIN ŞARTLARI
  SÖZLÜK
  TECVİD KURALLARI
  İMANIN ŞARTLARI
  HOŞGELDİNİZ
  Link listesi
  MÜBAREK GÜN VE GECELER
  BAZI HADİSLER
  BEŞ VAKİT NAMAZIN KILINIŞI İLE İLGİLİ TOPLU BİLGİ
  KADINLARDA NAMAZIN KILINIŞI
  KURANDA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER
  BİLGİ KUTUSU
  MEVLANANIN HAYATI
  YUSUF HAS HACİPİN HAYATI
  DUA ZAMANI
  HİKAYELER
  DİNİ ŞİİRLER
  Ziyaretçi defteri
  kolay kayıt buradan
HİKAYELER

Hızır Aleyhisselam nasıl görülür?

Sultan II. Mahmud Han zamanında yaşlı bir kadıncağız duymuş ki, Hazreti Hızır her gün yatsı namazında, Yeni Câmî'de görülürmüş. Kendisi de zâten Hızır Aleyhisselâm'ı görmeyi öteden beri çok istermiş. Duyduğu söz üstüne ertesi gün kocasına durumu bildirip, ondan izin alarak yatsı namazına Yeni Câmî'ye gitmiş. Namaz çıkışında, avluda bir kenara çekilmiş ve başlamış çıkanlara dikkatli dikkatli bakmaya. O pür dikkat çıkanları tâkip ederken, karşısından bir yaşlı amca çıkagelmiş.

- Neye bakarsın hâtun?

-Dediler ki, bu câmîde her gece Hızır Aleyhisselâm görünürmüş. Onu görmeye geldim.

-Peki onu görsen nasıl tanıyacaksın?

-Bilmem.

-O zaman buradan geçse, sen onu tanıyamazsın.

-Doğru, nasıl da akıl edemedim.

-Bak öyleyse, sana onu nasıl tanıyacağını öğreteyim.

-Olur

-Arkamdaki câmîyi görüyor musun?

-Evet

-Işıklarına bak. Söndü mü şimdi?

-A evet, söndü.

- Şimdi bir daha bak, ışıklar tekrar yandı mı?

-Baktım. Evet şimdi de yandı.

-Peki öyleyse. İşte aynı böyle, arkasında duran câmînin ışıklarını olduğu yerden kıpırdamadan yakıp söndüren birisini görürsen, işte o Hızır'dır.

-Doğru mu?

-Doğru

         
-Hay Allah râzı olsun, demiş ve kadın beklemeye devâm etmiş. Fakat tabiî herkes dağıldığı halde, târife uygun kimse çıkmamış. Bizimki de mahzun eve dönmüş. Kocası sormuş:

-Gördün mü Hızır Aleyhisselâm'ı?

-Yok, göremedim.

-Vah vah.

-Olsun, göremedim ama, nasıl görülür çok iyi öğrendim.


Hızır ve Gelin

1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış  bitmeden tükenir giderdi.

Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni  gelin, beyini gurbete Samsun'a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açari. İhtiyar bir adam selam verir ve:

- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir  iki kaşık bal verirmisin?

Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir , onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar:
- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin der.

Meryem, kavanozu koymak için geri döner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne görsün, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın uçsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızırdır.

Aradan üç dört ay geçer, her gün bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hiç  kimseye açmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her öğün bal verir. Bal bitmez, hem ancer balı olacak, bütün kış kalacak birde her öğün kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:

- Ne olur beni  seviyorsan söyle ne oluyor. bunda bir iş var.

Meryem dayanamaz ve  ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu açıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne görsün?

Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış.

Evet, gerçek yaşanmış  bir olay... Belki  sizin başınıza da geldi, belki  gelebilir. Meryem'in kavonozundaki  bal bitmeyecekti. Sizin de belki  cebinizdeki  araba parasını verdiğiniz bir ihtiyar ardından elinizi her cebinizdeki cüzdana attığınızda tükenmeyecek para... Ama sakın ha. Sakın ha. Hızır ile karşılaştığınızı ve sırrınızı kimseye söylemeyin....


Hızır Geliyor

Hoca, medresede ders verirken talebenin biri bazen ayağa kalkar. Hoca sebebini  sorar. Talebe:

- Efendim Hızır geliyor da ondan.

Hoca:

- Ben niçin göremem?

Talebe :

- Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.

Hızır Aleyhisselam'ın:

- Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazlameşgul oluyor. bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hoca efendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başaldığından "Saçaklı Hoca" ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh)

Terakk-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı. 
Hızır olduğunu söylerim

Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına  kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş  dolmakta...

Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor:

- Uyuyacaksın, der. Adam:

- Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:

- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:

- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:

- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.

Cevap gelir:

- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...

Allah sevdiklerinden etsin... Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...

Hızıra söyle

Bediüzzaman Saidi Nursi Emirdağ veya Afyon hapishanesi'nde yatarken, bir gece Konya'nın Ladik kasabasına Ahmed Ağa'nın yanına geldi. Ahmed Ağa'nın yanında o anda sadece oğlu Zekeriya vardı.

Bediüzzaman tayy-i mekan ederek gelmişti. Ahmed Ağa'nın odasının eşiğinde, ellerindeki kelepçeyi ve ayaklarındaki zincirleri çözdü, içeri girdi:

-Bu çıksın, dedi,
Zekeriya'dan ötürü, konuşacaklarım var...

Ahmed Ağa:

-Mahzuru yok kardeşim, yabancımız değildir, oda duysun .., dedi.

Bediüzzaman:

-Ahmed Ağa, üstada Hızıra söyle, tahammülüm kalmadı, dedi.

Ahmed Ağa:

-Olur, söyleyelim kardeşim Said, dedi.

Bediüzzaman tekrar anında kelepçeyi ellerine zincirleri ayaklarına takarak geri döndü.

Bir müddet sonra aynı şekilde Bediüzzaman yine geldi ve:

-Söyledin mi Ahmed Ağa?... Ne oldu netice? diye sordu.

Ahmed Ağa:

- Söyledim kardeşim Said, söyledim, dedi.

Bediüzzaman:

-Ne dedi Üstad? diye sordu.

Ahmed Ağa:

-Sabretmeni söyledi, dedi.

Bediüzzaman bu cevabı alınca, bu defa kapıdan değil, pencereden çıkıp gitti. Yine elleri kelepçeli, ayakları zincirli idi.

Şimdi söyle bir sorulsa, hem tayy-i mekan edebiliyor, hapishaneye girip çıkabiliyor, kelepçelerini çözüp takıyor. Hemde hapishaneden çıkmak için Hazreti Hızır'dan yardım istiyor... Bu nasıl oluyor diye bir soru akla gelebilir.

Evliyalar bu güce sahiptirler. o kuvvet ve o  tasarruf ellerinde var ama, izin almadan kullanamazlar. İşte Bediüzzamanda o  tasarruf kendisinde olduğu halde üstadı Hızır'dan izin almadan kullanamamıştır.

Kaynak : Ladikli Ahmet Ağa, Mustafa Özdamar


Hızırı görmek istiyorum

Vaktiyle, saf-temiz bir adam, Hazreti Hızırı görmek derdine düşmüş. Ona birileri:

- Filan çöle gideceksin filan istikamete doğru  yürüyeceksin, işte oralarda  bir yerlerde Hızır'ı  görebilirsin, demiş.

O da inanmış, o çöle gitmiş ve o istikamete doğru yüürmeye başlamış. Gariban adam çölde epeyce yürümüş. Bir müddet sonra birisiyle karşılaşmış:

- Selâmun aleyküm...

- Aleyküm selâm.

- Hayırdır, yolculuk nereye kurban? demiş karşılaştığı adam.

- Ben Hızır'ı görmek istiyorum. bu çölde bu istikamete gidersem görebleceğimi söylediler.... Gidiyorum işte....

- Peki Hızır'ı görünce tanıyabilecek misin?..

Saf adam:

- Vallahi, o hiç aklıma gelmedi demiş.

- Üzülme... Ben sana tarif edeyim: Benim gibi kara kuru, seyrek sakallı bir adamdır.

- Eyvallah kurban demişler ve birbirlerinin tersine yürümüşler.

Çok geçmeden aklı başına gelmiş, geri dönmüş ama, kara kuru seyrek sakallı Hızır (a.s.) sır olup gitmiş.

Adamcağız kulağını kaşımış ve...

- Hay Allah, kaçırdık." demiş. Hızır'ı kaçırdığını anlamış


Nasıl bir Hızır bekliyordun?

Akşehir Kaymakamı
Ladikli Ahmed Ağa'ya:

- Ahmed Ağa, demiş siz hep görüşüyorsunuz, bir de bana göster Hızır Aleyhisselâmı!..

Ahmed Ağa, Kaymakamın talebine yuvarlak çerçeveli bir cevap vermiş:

- Oğlum, nasibse görürsünüz inşallah! demiş.

Ahmed Ağa'nın hayranlarından olan Kaymakam, bir Ramazan günü, iftara yakın, iftar sofrasına oturmuşlar, ailecek iftar topunu bekliyorlar... Kaymakam  sigara tiryakisiymiş. Kaymakam tiryakiliğin verdiği ruh haliyetiyle beklerken, kapısı üç kez çalınmış. Çıkmış bakmış Kaymakam, kapıda bir adam:

-Biseciii! Bise alırmısınız efendiii?

Arkasında da bir deve, geviş getiriyor geve geve.

Ne desin Kaymakam?

- Ne bisesi be adam? Biseyi ne yapayım ben?

- Peki efendi kızma! Bizden sorması, sanki ısmarlamış gibiydiniz de... Hadi iftar-ı şerifler hayrolsun! demiş, çekmiş devesinin yularını:

- Biseciii! Bise alan, katran alan...

Kaymakam kapıyı kapatıp da sofraya dönerken, mırıldanıp kendi kendine içinden: Allah Allaaah! Bu saatte bise mi satılır be adam? Mübarek iftar vakti... Fesûbhanallah! çekmiş.

Bir müddet sonra tekrar Ladik'e gittiği zaman:

- Aşk olsun Ahmed Ağa, bize Hızır Aleyhisselâmı daha göstermeyecen mi Hacı Babam? diye sitem etmeye kalkınca, Ahmed Ağa:

- Size de aşk olsun hay guzum! Kapınıza gelen Hızır'ı kovarsınız, ondan sonra da gelir bize sitem yaparsınız! demiş.

Kaymakam şaşkınlık içinde:

- Ne demek o? Ne zaman geldi Hacı Babam? diye sorunca, Ahmed Ağa:

- Ramazanın son günlerinde, siz sofrada beklerken kapınıza bir Biseci geldi mi?

- Geldi?

- Devesinin semerindeki katran küplerine dikkat ettin mi, semere bağlı mıydı, değil miydi?

- Ben bu tiryaki kafasıyla nerden dikkat edecem ona Hacı Babam?

- İçeceksen sen iç cigarayı oğlum! Cigara seni içmesin!... Hem sen nasıl bir Hızır bekliyordun? Yakası kartlı, kravatlı birini mi bekliyordun? Kolalı gömlekli, ütülü pantolonlu birini mi bekliyordun? Neyse... Gördün işte gayrı... Görmedim diyemezsin! Kaçırdın ammaa, gördün işte yine de... demiş ve teselli etmiş Kaymakamı, Ahmed Ağa, ama.... Kaymakam epey eyvah çekmiş tabiii..


O Kendini tanıttı

Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizâsına gelince kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı. O da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindiler. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin ahbâbı, devamlı olarak Kânûnî’nin parmağında bulunan çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli farkedince, parmağındaki o kıymetli yüzüğü çıkarıp;

-Siz gâliba, bunu merak ettiniz, alıp daha yakından, bakıp inceleyiniz, dedi.

O zât yüzüğü aldı. Evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler. Biraz sonra o kişi inmeği arzu etti

Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince,

Pâdişâh kayıkçıya;

-Kıyıya yanaş,dedi.

Kayık kıyıya yanaştı. O zât, ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultana uzattı. Avucunda biraz önce denize attığı yüzük vardı. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler. Kânûnî, elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi.

Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp;

-Ağabey, ne oluyor, bu olanlar nedir ki? dedi.

O da;

-Efendim gördüğünüz, Hızır aleyhisselâm idi, dedi.

Bunun üzerine Kânûnî;

-O hâlde, bunu ne için, daha önce demediniz, bizi niye tanıştırmadınız?” deyince,

Yahyâ Efendi;

  -O kendini, tanıttı hükümdârım, lâkin siz tanımakta, geç kaldınız hünkârım, buyurdu.

 

Ayeti Kerimenin İndirdiği İftar


İftar

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin küçük yaşta hastalanırlar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma çocuklar iyi olunca, ikisi de oruç tutar. Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün orucuna başlarlar. O  akşam iftarlığını da, yine o saatte kapıya gelip, (Allah için bir şey verin!) diyen fakir ve miskinlere verdiler. O gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler.

Bunun üzerine, Ayet-i Kerime indi. Ayet-i Kerimenin Meal-i Alisi şöyledir:

"Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahu Teala'nın rızası için yitirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler.  Bunun için, Cenab-ı Hak, onlara Şarab-ı Tahur içirdi."
(insan, 7-9, 21)

 
   
Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol